English Turkish Redhouse
TELEGRAPH : English Turkish Redhouse
tel.e.graphtel'ıgräf isim telgraf, telgraf cihazı. fiil telgraf çekmek;
e (bir mesaqı) telgrafla göndermek
TELEPATHY : English Turkish Redhouse
te.lep.a.thytılep'ıthi isim telepati, uzaduyum
TELEPHONE : English Turkish Redhouse
tel.e.phonetel'ıfon isim telefon. fiil telefon etmek
TELEPHONE BOOK : English Turkish Redhouse
telefon rehberi
TELEPHONE BOOTH : English Turkish Redhouse
telefon kulübesi
TELEPHONE CENTRAL : English Turkish Redhouse
santral
TELEPHONE DIRECTORY : English Turkish Redhouse
telefon rehberi
TELEPHONE EXCHANGE : English Turkish Redhouse
santral
TELEPHONE LINE : English Turkish Redhouse
telefon hattı
TELEPHONE POLE : English Turkish Redhouse
telefon direği
TELEPHONE SWITCHBOARD : English Turkish Redhouse
santral
TELEPHOTO : English Turkish Redhouse
tel.e.pho.totel'ıfoto isim bakınız telephoto lens
TELEPHOTO LENS : English Turkish Redhouse
fotoğrafçılıkırak merceği, teleobqektif
TELEPROCESSING : English Turkish Redhouse
tel.e.proc.ess.ingtelıpras'esîng isim, bilgisayar teleişlem
TELESCOPE : English Turkish Redhouse
tel.e.scopetel'ıskop isim teleskop, ırakgörür. fiil
(teleskopun elemanları gibi) iç içe geçmek; (bir elemanı) (başka bir elemanın) içine geçirmek.
ezilip iç içe geçmek; ezip iç içe geçirmek
TELETYPE : English Turkish Redhouse
tel.e.typetel'ıtayp isim teletip, teletayp, telem, uzyazar
TELEVISE : English Turkish Redhouse
tel.e.visetel'ıvayz fiil televizyonla yayımlamak
TELEVISION : English Turkish Redhouse
tel.e.vi.siontel'ıvîqın isim televizyon
TELEVISION SCREEN : English Turkish Redhouse
televizyon ekranı
TELEVISION SET : English Turkish Redhouse
televizyon, televizyon alıcısı
TELEVISION TUBE : English Turkish Redhouse
televizyon tüpü
TELEX : English Turkish Redhouse
tel.extel'eks isim
teleks makinesi, teleks.
teleksle gönderilen mesaj, teleks. fiil
e teleksle mesaj göndermek;
e (bir mesajı) teleksle göndermek
TELL : English Turkish Redhouse
telltel fiil (told)
söylemek; anlatmak: I told her the news. Ona haberi söyledim. I told her he was here. Onun burada olduğunu kendisine söyledim. To tell you the truth, I can't stand the guy. Doğrusunu istersen heriften nefret ediyorum.
göstermek; anlatmak: This book tells you how to fix clocks. Bu kitap sana saatlerin tamirini öğretir. The firing of the cannon tells you the fast has ended. Topun atılması orucun bittiğine işaret ediyor.
söylemek, anlamak: I can't tell which is which. Hangisinin hangisi olduğunu kestiremiyorum.
söylemek, emretmek: Are you asking me or telling me? Benden rica mı ediyorsun, yoksa bana emir mi veriyorsun? I told them to wait. Beklemelerini söyledim.
(bir şey) etkisini göstermek: The strain was beginning to tell on her. Sıkıntının izleri onda belirmeye başlıyordu.
(bir şey hakkında) emin olmak: On the other hand he qust might win. You never can tell! Gene de bakarsın galip gelir. Hiç belli olmaz!
TELL AGAINST : English Turkish Redhouse
(bir şey) (birinin) aleyhinde olmak
TELL APART : English Turkish Redhouse
irbirinden ayırmak, ayırt etmek
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani