Ottoman Turkish
BED-ÂHÛ : Ottoman Turkish
f. Karakteri bozuk, huyu kötü
BED-ÂMUZ : Ottoman Turkish
f. Kötülük, fenalık öğrenmiş. * Fenalık, kötülük öğreten
BED-ÇEŞM : Ottoman Turkish
f. Nazarı değen, haset kimse
BED-ÜSLÛB : Ottoman Turkish
"f. Üslûbu fena; tavrı, gidişi kötü."
BEDA : Ottoman Turkish
(Bedâat) Hayret verici, yenilik ve iyiliklerde üstünlük. Acib ve garib olma. Yeni zuhur etme
BEDA' : Ottoman Turkish
Fikir, rey. * Çöle çıkmak
BEDAH : Ottoman Turkish
(C.: Büduh) Geniş yer
BEDAHAT : Ottoman Turkish
(Bedihî. C.) Delil ve isbata ihtiyacı olmayan şekilde âşikâr olan şeyler
BEDAHET : Ottoman Turkish
Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr. * Birdenbire, hazırlıksız söz söyleme. * Atın yürümesi. * Her şeyin evveli, öncesi
BEDAHETEN : Ottoman Turkish
Birdenbire, aniden, ansızın. Düşünmeksizin. Açık ve zâhir olarak
BEDAL : Ottoman Turkish
Değişme, değiştirme, mübadele. Trampa
BEDAN : Ottoman Turkish
(Bed. C.) Kötüler, fenalar. Yaramazlar. * Çirkinler
BEDANET : Ottoman Turkish
Yağlı, besili olma. Semizlik
BEDARF : Ottoman Turkish
Muayyen bir gayenin gerçekleşmesi için zaruri olan veyâ zaruri görülen muayyen kalitede bir mal veya meta miktarıdır
BEDAVA : Ottoman Turkish
f. Parasız, meccanen, karşılıksız. * Mc: Çok ucuz. (Meselâ: Bunu bu fiata bedava almışsın, cümlesinde olduğu gibi.)
BEDAVE(T) : Ottoman Turkish
Çölde oturmak, Bedevilik. (Bak: Bedeviyet)
BEDAYİ' : Ottoman Turkish
(Bidâa. C.) Sermayeler, anamallar
BEDBAHT : Ottoman Turkish
f. Bahtsız, talihsiz, bahtı kara
BEDBAHT : Ottoman Turkish
ahtı kara, talihsiz
BEDBİN : Ottoman Turkish
"f. Kötü görüşlü. Ümidsiz. Her şeyin fena cihetini görmek isteyen. Bed ve fena görüp, beğenmez, istihsan etmez olan. $ sırriyle $ kaidesinin sırriyle $ gayet kısacık bir meâli: ""Sözleri dinleyip en güzeline tâbi olup fenasına bakmayanlar, hidâyet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır"" meâlinde. Bizler için şimdi herşey'in iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki mânasız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici hâller nazar-ı dikkatimizi celbedip kalbimizi meşgul etmesin. Sekizinci Söz'de, bir bahçeye iki adam, biri çıkar biri giriyor. Bahtiyarı bahçedeki çiçeklere, güzel şeylere bakar, safa ile istirahat eder. Diğer bedbaht, temizlemek elinden gelmediği hâlde çirkin, pis şeylere hasr-ı nazar eder, midesini bulandırır. İstirahata bedel sıkıntı çeker, çıkar gider. Şimdi hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin safhaları hususan Yusufiye Medresesi bir bahçe hükmündedir. Hem çirkin, hem güzel, hem kederli, hem ferahlı şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki; ferahlı ve güzel şeylerle meşgul olup çirkin, sıkıntılı şeylere ehemmiyet vermez, şekva ve merak yerinde şükreder, sevinir. ş.)"
BEDBİNÂNE : Ottoman Turkish
f. Kötümser şekilde. Ümitsizce, bedbincesine
BEDBİNÎ : Ottoman Turkish
f. Bedbinlik, kötümserlik, ümitsizlik, fenâ görürlük
BEDBÎN : Ottoman Turkish
kötümser, karamsar, ümitsiz
BEDDA' : Ottoman Turkish
Gövdeli, şişman kadın
BEDDAL : Ottoman Turkish
Bakkal
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani