Multilingual Turkish Dictionary

Ottoman Turkish

Ottoman Turkish
BELK : Ottoman Turkish

Kapı açmak. * Ak ile kara alaca olma. * Büyük terazi

BELKA' : Ottoman Turkish

Alaca. Alaca bacaklı olan at

BELKAA : Ottoman Turkish

Şam vilâyetinde bir yerin adı. * Kara ile ak alaca nesne. * Parlak nesne

BELKİ : Ottoman Turkish

Umulur, ihtimal, olabilir. * Hattâ. * Kat'iyyetle. Dahi. Şüphesiz

BELKİ : Ottoman Turkish

şüphesiz, kesinlikle

BELKIS : Ottoman Turkish

"Süleyman (A.S.) zamanında, Yemen'de Sebe şehrinde hükümet süren Himyerîlerden bir melikedir. Süleyman (A.S.) bunu Filistin'e çağırdı, geldi ve iman etti. (Bak: Taht-ı Belkıs)(Hz. Süleyman (A.S.) Taht-ı Belkısı yanına celb etmek için, vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: ""Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim"" olan hâdise-i harikaya delalet eden şu âyet $ ilââhir... İşaret ediyor ki: Uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sûreten ihzar etmek mümkündür. Hem vâki'dir ki; risaletiyle berâber saltanatla müşerref olan Hz. Süleyman (A.S.) hem mâsumiyetine, hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzat zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini görmek ve dertlerini işitmek, bir mu'cize sûretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir. Demek Cenab-ı Hakk'a itimad edip Süleyman'ın (A.S.) lisan-ı ismetiyle istediği gibi, o da lisan-ı istidadiyle Cenab-ı Hak'tan istese ve kavanin-i âdetine ve inayetine tevfik-i hareket etse; ona dünya bir şehir hükmüne geçebilir. Demek taht-ı Belkıs Yemen'de iken Şam'da aynıyla veyahud sûretiyle hâzır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleriyle beraber sesleri de işitilmiştir. İşte uzak mesafede, celb-i sûrete ve savta haşmetli bir sûrette işaret ediyor. S.)"

BELL : Ottoman Turkish

Yaş etmek. Islatmak. * Ulaştırmak. * Hastanın sağlamlaşması

BELLET : Ottoman Turkish

(C.: Bilel) Cisimlerin yüzeyinde olan yaşlık, ıslaklık

BELMA : Ottoman Turkish

f. Faydasız, faydası olmayan. İri ve kaba şey

BELSEK : Ottoman Turkish

Elbise değdiğinde yapışıp ayrılmayan bir ot

BELT : Ottoman Turkish

Kesmek

BELTA' : Ottoman Turkish

Her hususta hazakati ve feraseti olan

BELTAH : Ottoman Turkish

Kişi nefsini yere vurmak

BELTEM : Ottoman Turkish

Akılsız kimse. * Peltek adam

BELUL : Ottoman Turkish

Kurtulma. Hastalıkdan, marazdan kurtulma. Halâs olma

BELV : Ottoman Turkish

(Belvâ) Dert, çile. Musibet. Zahmet. * İmtihan, tecrübe

BELVAZ : Ottoman Turkish

f. Çıkıntı. Duvardan dışarı doğru çıkan direğin ucu

BELVE : Ottoman Turkish

Belâ

BELY : Ottoman Turkish

Mahvolmak. * Belirsiz olmak

BELYAD : Ottoman Turkish

f. Nakışsız, sade kostüm

BELZİ : Ottoman Turkish

Muhkem, güçlü, sağlam deve

BELÂ : Ottoman Turkish

"(c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye. * Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)(Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise, mahlukatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alil ihtiyareler; ve alil ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakiki dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık hâlinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve $ sırriyle yâni: ""Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti."" ne derece sebeb-i def'-i musibet olduklarını sen kıyas eyle. M.)"

BELÂ : Ottoman Turkish

gam, tasa. musibet, afet

BELÂ-CÛ : Ottoman Turkish

Belâ arayan. Belâsını istiyen

BELÂ-DİDE : Ottoman Turkish

f. Belâ görmüş, belâya çatmış