Ottoman Turkish
FARZ-I AYN : Ottoman Turkish
Herkesin yapmaya mecbur olduğu farz. Namaz kılmak, yalan söylememek, imân etmek, oruç tutmak gibi
FARZ-I KİFAYE : Ottoman Turkish
Bir kısım müslümanların yapması ile diğerlerinin günahtan kurtuldukları farz. Cenâze namazı kılmak gibi
FARZ-I MUHAL : Ottoman Turkish
Olması imkânsız olup, var gibi kabul edilen. Olmayacak şeyi, olmuş gibi düşünmek
FARZ-I NEBEVÎ : Ottoman Turkish
(Bak: Sünnet)
FARZ-I ZANNÎ : Ottoman Turkish
Müçtehidlerce kat'i bir delile yakın derecede kuvvetli görülen, zanni bir delil ile sâbit olan vazifedir ki, amel hususunda farz-ı kat'î kuvvetinde bulunur. Buna farz-ı amelî de denir. Meselâ: Abdestte mutlaka başı meshetmek bir farz-ı kat'îdir. Başın dörtte birini meshetmek bir farz-ı amelîdir
FARZA : Ottoman Turkish
Diyelim ki, farzedelim ki, öyle kabul edelim ki, ola ki
FARZEN (FARZAN) : Ottoman Turkish
Farzedelim ki, kabul edelim ki, diyelim ki. * Farz olarak. Farziyyeti kabul edilerek
FARZETME : Ottoman Turkish
sayma, tutma
FARZİYE : Ottoman Turkish
(C.: Farziyyât) Bazılarına göre kabul edilir sayılan. Mevhum ve itibarî olan. Aslı isbat edilmemiş hüküm
FARZİYET : Ottoman Turkish
farz oluş
FARZÎ : Ottoman Turkish
Farzedilene, tahmin olunana dair. Takdir ve tahmin usulüne dayanan ve ona müteallik
FARZIAYN : Ottoman Turkish
her müminin mutlaka yapması gereken vazife
FARZIKİFÂYE : Ottoman Turkish
azı müminlerin yapmasıyla sorumluluktan kurtulunan vazife
FARZIMUHÂL : Ottoman Turkish
imkânsızı bir an mümkün sayma
FARÂBÎ : Ottoman Turkish
Aristonun tesirinde kalan bir filozof
FARÎZA : Ottoman Turkish
Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife. * Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay
FARÎZA : Ottoman Turkish
kaçınılmaz ödev, boyun borcu
FARÎZA-İ ZİMMET : Ottoman Turkish
Yapılması mutlaka boynumuza borç olan vazife
FARIT : Ottoman Turkish
Geçmiş, önceki, önde bulunan. Sâbık, mukaddem
FAS' : Ottoman Turkish
Hurmanın kabuğunu soymak
FASAFIS : Ottoman Turkish
Beyaz söğüt dedikleri ağaç
FASAHA : Ottoman Turkish
Ruşen olmak, parlamak. * Hâlis olmak
FASAHAT : Ottoman Turkish
"Doğru ve düzgün söyleyiş. Açık ve güzel ifadeli konuşma.Fasâhat: Sözün; lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir. Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır. Fasâhatin daha yüksek derecesine belâgat denir ki; fasih bir sözün, yerine ve adamına göre söylenmesidir. Her beliğ söz, yerine göre denmemişse, beliğ olamaz. (Edb. S.)Kelimenin aslı: ""Sütün köpüğü gidip hâlis kalması"" mânasına idi. Sonra bir şeyin sâfi ve şaibelerden, şüphelerden hâlis olmasında kullanılmıştır. Bir şeyin belli ve âşikâr olması. (L.R.)(Lâfzındaki fesahat-ı harikasıdır. Evet Kur'an mânen üslub-u beyan cihetiyle fevkalâde beliğ olduğu gibi lâfzında gayet selis bir fesahati vardır. Fesahatin kat'i vücuduna, usandırmaması delildir ve fesahatin hikmetine, fenn-i beyan ve maaninin dâhi ulemasının şehadetleri bir bürhân-ı bâhirdir. Evet, binler defa tekrar edilse usandırmıyor. Belki lezzet veriyor. Küçük basit bir çocuğun hâfızasına ağır gelmiyor; hıfzedebilir. En hastalıklı, az bir sözden müteezzi olan bir kulağa nâhoş gelmiyor, hoş geliyor. Sekeratta olanın damağına şerbet gibi oluyor. Zemzeme-i Kur'an onun kulağında ve dimağında aynen ağzında ve damağında mâ-i zemzem gibi leziz geliyor. Usandırmamasının sırr-ı hikmeti şudur ki: Kur'an, kulube kut ve gıda ve ukule kuvvet ve gınâdır ve ruha mâ ve ziyâ ve nüfusa devâ ve şifâ olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. Demek Kur'an hak ve hakikat ve sıdk ve hidayet ve hârika bir fesahat olduğundandır ki, usandırmıyor, daima gençliğini muhafaza ettiği gibi tarâvetini, halâvetini de muhafaza ediyor. Hattâ Kureyşin rüesâsından müdakkik bir beliğ, müşrikler tarafından, Kur'anı dinlemek için gitmiş. Dinlemiş, dönmüş, demiş ki: ""Şu kelâmın öyle bir halâveti ve tarâveti var ki kelâm-ı beşere benzemez. Ben şairleri, kâhinleri biliyorum. Bu onların hiç sözlerine benzemez. Olsa olsa etbâımızı kandırmak için sihir demeliyiz."" İşte Kur'an-ı Hakîm'in en muannid düşmanları bile fesahatinden hayran oluyorlar. S.)"
FASAHAT-PERDÂZ : Ottoman Turkish
f. Güzel ve açık konuşan. Fasih konuşan
FASAL : Ottoman Turkish
Ek. Bilek
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani