Multilingual Turkish Dictionary

Ottoman Turkish

Ottoman Turkish
ÂKİD : Ottoman Turkish

Kuyunun çevresi, etrafı

ÂKİDEYN : Ottoman Turkish

Huk: Her akidde anlaşmayı yapan her iki taraf

ÂKİF : Ottoman Turkish

Devamlı ibadetle meşgul olan. * Bir şeyde sebat eden. * Teveccüh, yönelme

ÂKİL(E) : Ottoman Turkish

(Ekl. den) Ekl eden, yiyen. Yiyici

ÂKİL-ÜL BEŞER : Ottoman Turkish

İnsan eti yiyen

ÂKİL-ÜL HEVÂM : Ottoman Turkish

Haşaratla beslenen

ÂKİL-ÜL KÜLL : Ottoman Turkish

Herşeyi yiyen

ÂKİL-ÜL LAHM : Ottoman Turkish

Etle beslenen, et yiyici

ÂKİL-ÜS SEMEK : Ottoman Turkish

Balıkla beslenen. Balık yiyici

ÂKİLE : Ottoman Turkish

(C.: Avakil) Baba tarafından olan akraba.* Baş tarayıcı kadın

ÂKİLET-ÜL EKBÂD : Ottoman Turkish

Ciğerler yiyen kadın. * Uhud harbinde şehid olan Hz. Hamza'nın (R.A.) göğsünü yararak ciğerlerini yiyen Ebu Süfyanın karısı Hind

ÂKIL(E) : Ottoman Turkish

Uyanık. Aklı başında. Tedbirli. Düşüncesi sağlam. Huşyâr

ÂKILÂNE : Ottoman Turkish

f. Akıllı kimseye yakışır surette, akıl ve idrakle

ÂKILÂT : Ottoman Turkish

Akıllı kadınlar

ÂKIR(E) : Ottoman Turkish

Kısır, verimsiz, kumlu toprak. * Çocuksuz kadın. * Oğlu veya kızı olmayan erkek. * Yaralayan, yaralayıcı

ÂKIS : Ottoman Turkish

Pis kokulu

ÂL : Ottoman Turkish

Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat. * Yaz sıcaklarında su gibi görünen serap. * Hile, tuzak

ÂL-İ ABA : Ottoman Turkish

(Bak: Âl)

ÂL-İ ABBAS : Ottoman Turkish

Emevilerden sonra 749 senesinden 1258 senesine kadar süren Abbasi hükümdar ailesi

ÂL-İ ABÂ : Ottoman Turkish

"Hz. Peygamberin (A.S.M.) kendisi ile beraber, kızı Hz. Fâtıma Validemiz, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den (R.A.) müteşekkil hey'et. ""Hamse-i âl-i abâ"" da denir. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) giydiği abâsını mezkur sahabe-i güzin hazeratının üzerine örterek hususi dua ettiğinden bu isimle anılmaları meşhurdur.(Bediüzzaman Hazretlerinin ""Lem'alar"" adlı eserinin Ondördüncü Lem'asında bu meseleye dair izahat vardır.)"

ÂL-İ BEYT : Ottoman Turkish

"Hz. Peygamberin (A.S.M.) sülâle-i tahiresinden yetişenler ve sünnet-i seniyyesinin menbaı ve muhafızı ve bihakkın sünnete ittibâ ve onu idâme ettirenler. Al-i Resul, Al-i Nebi, Al-i Muhammed ve Ehl-i Beyt gibi tâbirlerle de söylenir. (Eğer denilse: ""Neden hilâfet-i İslâmiye, Al-i Beyt-i Nebevide takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı.Elcevap: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Al-i Beyt ise, hakaik-ı İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi mâsum olmalı veyahut hulefâ-i râşidin ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi harikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır'da Âl-i Beyt nâmına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilâfeti ve Afrika'da Muvahhidin Hükümeti ve İran'da Safevîler Devleti gösteriyor ki, saltanat-ı dünyeviye, Âl-i Beyte yaramaz; vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terkettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ana hizmet etmişler. M.)( $âyetinin bir kavle göre mânası: ""Resul-ü Ekrem (A.S.M.) vazife-i Risaletin icrasına mukabil ücret istemez, yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor."" Eğer denilse: Bu mânaya göre karabet-i nesliye cihetinden gelen bir faide gözetilmiş görünüyor. Halbuki, ( $ ) sırrına binâen karabet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye noktasında vazife-i Risalet cereyan ediyor? Elcevap: Resul-ü Ekrem (A.S.M.), gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki: Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek, âlem-i İslâmın bütün tabakatında kemalât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çıkacak. Teşehhüddeki ümmetin ""Âl"" hakkındaki duası ki: $dir. Makbul olacağını keşfetmiş, yani nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nurani rehberler Hz. İbrahimin (A.S.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (A.S.M.) vezaif-i azime-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde enbiya-i benî İsrâil gibi, Aktab-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (A.S.M.) görmüş. Onun için ( $ ) demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş. Bu hakikatı te'yid eden diğer rivayetlerde ferman etmiş: ""Size iki şey bırakıyorum, onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim."" Çünkü: Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir. L.)"

ÂL-İ İBRAHİM : Ottoman Turkish

Hz. İbrahim Peygamberin (A.S.) neslinden gelen ve onun mânevi yolunda yürüyenler. Bütün müslümanlar, Mü'minler

ÂL-İ İMRAN SURESİ : Ottoman Turkish

Kur'an-ı Kerimin üçüncü suresinin ismi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. Bu sureye Eman, Kenz, Ma'niyye, Mücadele, İstiğfar Suresi ve Tayyibe de denilir

ÂL-İ İMRÂN : Ottoman Turkish

İmran soyundan gelenler. (İmran ikidir. Birisi: Hz. Musa ve Harun'un (A.S.) babaları olan İmran ibn-i Yashür ibn-i Lâvi ibn-i Yakub ibn-i İshak ibn-i İbrahim'dir (A.S.) İkincisi: Hz. Meryemin babası olan İmran ibn-i Metan ki, bu da Süleyman ibn-i Dâvud ibn-i İşa neslinden, bunlar da Yahuda ibn-i Yakub neslindendirler. İki İmran arasında 1800 sene geçtiği söylenir.)

ÂLE : Ottoman Turkish

"f. İlaç için kullanılan ve ""Hint Sünbülü"" adı verilen çiçek."