Ottoman Turkish
İMATE-İ VAKT : Ottoman Turkish
Vakit öldürme. Boşu boşuna zaman harcama
İMBİK : Ottoman Turkish
(Bak: İnbik)
İMDAD : Ottoman Turkish
"Yardım. Yardıma yetişmek. ""Yetişin, kurtarın"" mânasında da kullanılır. * Yardıma gönderilen kuvvet. * Vâdeyi uzatmak. Mühlet vermek."
İMDADİYE : Ottoman Turkish
"Savaş zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfi vergi. Harp için alınana ""imdadiye-i seferiye"", açığı kapatmak gayesiyle alınana da ""imdadiye-i hazariye"" denilirdi."
İMECE : Ottoman Turkish
Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi
İMHA : Ottoman Turkish
Keskinletme, bileme
İMHAK : Ottoman Turkish
Kararma. * Bereketsiz
İMHAL : Ottoman Turkish
Mühlet verme. Sonraya kalmasına müsaade etme
İMHAR : Ottoman Turkish
Hâtun için mehr tayin etmek. Evleneceği kız veya kadın için mehr tayin etmek
İMHAZ : Ottoman Turkish
Doğrulukla yapma
İMKÂN : Ottoman Turkish
Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak. (Bak: Hudus)
İMKÂN-I AKLÎ : Ottoman Turkish
Man: Aklen mümkün bilinen. * Aklen mümkün olma
İMKÂN-I VEHMÎ : Ottoman Turkish
Vehimle bir şeyi mümkün görmek, zannetmek
İMKÂN-I ZİHNÎ : Ottoman Turkish
"Bir şeyin mümkün olabileceğini zihinle düşünmek.(Vesveseli adam imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani, bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki, İlm-i Kelâm'ın kaidelerindendir ki; imkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zaruret-i zihniyyeye zıddiyyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz'in yere batması zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz. Şüphesiz biliyoruz ve o ihtimâl-i imkânî ve o imkân-ı zâtî bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş zatında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulu' etmesin. Halbuki bu imkân, yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ: Hakaik-ı imâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyyenin tuluuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem ""lâ ibrete li-l-ihtimali-l-gayri-n-nâşi an delilin"" yani: ""Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur"" olan kaide-i meşhure, hem usul-üd din, hem usul-ü fıkhın kaide-i mukarreresindendir. S.)"
İMKÂN-I ZÂTÎ : Ottoman Turkish
Vukuu mümkün olan iş. Bir şeyin, aslında mümkün olması
İMKÂN-I ÂDÎ : Ottoman Turkish
Zâtında dâima mümkün olan. Her zaman olabilen. Olmasında bir mânia bulunmayan
İMKÂN-I ÖRFÎ : Ottoman Turkish
Emsaline pek az rastlanan hârika bir âdet veya keramet gibi
İMKÂNAT : Ottoman Turkish
Varlığı da yokluğu da mümkün olanlar. Ademle vücudu müsavi olanlar. Var olmasında başkasına muhtaç bulunan şeyler
İMLA : Ottoman Turkish
Doldurma, doldurulma. * Yazı yazma. (Dikte) * Bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi. * Müddeti mühlet vererek uzatma
İMLAK : Ottoman Turkish
Mülk sahibi olmak. * Bey etmek. * Evlendirmek
İMLAL : Ottoman Turkish
(Melâl. den) Usandırma veya usandırılma
İMLAS : Ottoman Turkish
Karanlık. * Karışma. * Koyunun tüyü dökülme
İMLİSE : Ottoman Turkish
Çöl, sahra
İMLİSÎ : Ottoman Turkish
Hırsız, sârık
İMMA : Ottoman Turkish
"(Terdid edatıdır) ""Ya, veya"" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder."
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani