Multilingual Turkish Dictionary

Ottoman Turkish

Ottoman Turkish
DEKELE : Ottoman Turkish

Sıvı balçık. Kuvvetleriyle gururlanıp sultanın emrine uymayan kavim

DEKİK : Ottoman Turkish

Tam bir yıl

DEKK : Ottoman Turkish

(C.: Dekeke) Vurmak. * Dökmek. * Parça parça etmek. Delil

DEKK : Ottoman Turkish

ufalanma

DEKKE : Ottoman Turkish

Ufalanmak. Pâre pâre olmak. * Vurmak, döğmek. * Seki, sofa

DEKKEN : Ottoman Turkish

Hurdahaş olmak, yerle bir olma, ufalanmak, parça, parça olmak

DEKOR : Ottoman Turkish

Fr. Süs. Bir sahneyi mütenasib bir nizamla süslemek

DEKORATÖR : Ottoman Turkish

Fr. Dekor ve dekorasyon yapan sanatkâr

DEKOVİL : Ottoman Turkish

Fr. Ray aralığı 60 cm. yahut daha az olan küçük demiryolu

DEL'AS (DEL'AK) : Ottoman Turkish

Büyük, kuvvetli deve

DELAB : Ottoman Turkish

(Dülâb) (C.: Degâlib) Bâzısı su ile ve bâsızı da hayvan ile döndürülen su çekmeğe mahsus çark

DELAİL : Ottoman Turkish

"(Delil. C.) Deliller. Bürhanlar. İsbât vasıtaları.(... Cay-ı hayrettir ki; Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) mübalağasız binler vecihte, binler çeşit insan, herbiri bir tek mu'cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkezâ... birer alâmeti ile iman getirdikleri hâlde, bütün bu binler ayrı ayrı insanları ve müdakkik ve mütefekkirleri imana getiren bütün o binler delâil-i Nübüvveti nakl-i sahih ile ve âsâr-ı kat'iyye ile şimdiki bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi dalâlete sapıyorlar. M.)"

DELAİL-İ AKLİYE : Ottoman Turkish

Aklı ile bulunan deliller. Akla âid deliller

DELAİL-İ ENFÜSİYE : Ottoman Turkish

Kişinin kendi nefsinde olan deliller. Yani vücudun gerek maddi ve gerek (vicdan ve hisler gibi) mânevi yapısında olan ve imana ait hükümleri isbat eden delillerdir

DELAİL-İ KALBİYE : Ottoman Turkish

Kalbe âid deliller. Kalb ile bilinen deliller

DELAİL-İ NAKLİYE : Ottoman Turkish

Nakil yolu ile gelen deliller. (Bak: Delil-i naklî)

DELAİL-İ NÜBÜVVET : Ottoman Turkish

"Peygamberliğin hak olduğuna dair olan deliller.(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddiâ-yı Nübüvvet etmiş; Kur'an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu'cizat-ı bâhireyi göstermiştir. O mu'cizât, hey'et-i mecmuasiyle, dâvâ-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat'idir. Kur'an-ı Hakîm'in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu'cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba'larını kandırmak için, hâşâ sihir demişler.Evet, mu'cizat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat'iyeti vardır. Mu'cize ise; Hâlik-ı Kâinat tarafından O'nun dâvasına bir tasdiktir; $ hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: ""Padişah beni filân işe me'mur etmiş."" Senden o dâvaya bir delil istenilse; padişah ""Evet"" dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de: Âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; ""Evet"" sözünden daha kat'i, daha sağlam, senin dâvanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dâva etmiş ki: ""Ben, şu kâinat Hâlik'ının meb'usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim duâ ve iltimasımla değiştirecek. İşte, parmaklarıma bakınız; beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamere bakınız; bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki
üç adama ancak kâfi geldiği halde; işte ikiyüz
üçyüz adamı tok ediyor."" Ve hâkezâ... yüzer mu'cizatı böyle göstermiştir.Şimdi, şu Zâtın delâil-i sıdkı ve berâhin-i nübüvveti yalnız mu'cizatına münhasır değildir. Belki, ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef'âli, ahvâl ve akvâli, ahlâk ve etvârı, siret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ulemâ-i Beni İsrâiliyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın simasını görmekle: ""Şu simâda yalan yok! Şu yüzde hile olamaz!"" diyerek imana gelmişler.Çendan muhakkikîn-i ulema, delail-i nübüvveti ve mu'cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delâil-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur'an-ı Hakîm'de kırk vech-i i'cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor. M.)"

DELAİL-İ ZÂHİRİYE : Ottoman Turkish

Açık olarak zâhirde görünen deliller. Maddi deliller

DELAİL-İ ÂFÂKİYE : Ottoman Turkish

Afaka âit deliller. Kâinattaki deliller

DELAK : Ottoman Turkish

Sansar

DELAL : Ottoman Turkish

Cilve, naz, işve. İnsana güzel ve sevimli görünecek hâl, durum

DELALAT : Ottoman Turkish

(Delâlet. C.) Delâletler, alâmet olmalar,yol göstermeler, kılavuzluklar

DELALET : Ottoman Turkish

Delil olmak. Yol göstermek. Kılavuzluk. Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek. * İşaret

DELALET-İ SELÂSE : Ottoman Turkish

"Üç çeşit delâlet. Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir.
Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir. Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânasına delâleti gibi.
Delalet-i tazammuniye: Bir lâfzın vaz'olunduğu mânanın bir cüz'üne delâletidir.
Delalet-i iltizamiye: Bir lâfzın vaz'olunduğu mânanın lâzımına yani o mâna ile beraber bulunması zaruri olan diğer bir mânaya delâletidir. Mezkur delâlet-i selâseye ait şöyle bir misal dahi verilir.""Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiç bir zengine verilmez."" İbaresi; zekâtın, yalnız Müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıye ile; zengin olan Ahmet, Mehmet gibi belli şahıslara verilemiyeceğine delâlet-i tazammuniye ile; zekât hususunda zenginler ile fakirler arasında fark bulunduğuna da delâlet-i iltizamiye ile delâlet eder."

DELALET-İ ZÂTİYE : Ottoman Turkish

Kendi zatı ile, bizzat kendisini eserleri ile göstermek suretiyle olan delâlet, şahidlik