Ottoman Turkish
ELASS : Ottoman Turkish
Sık dişli. * Çenesi kulaklarına yakın olup boynu kısa olan
ELASTİK : Ottoman Turkish
Fr. Esnek, toplanıp çekilir, uzayıp kısalan
ELASTİKİYYET : Ottoman Turkish
Fr. Esneklik. Elâstiklik
ELB : Ottoman Turkish
Sürmek. Reddetmek. * Cem'etmek, toplamak
ELBAB : Ottoman Turkish
(Lübb. C.) Akıllar
ELBETTE : Ottoman Turkish
"(Te'kid edâtı) Kat'i veya kat'iye yakın hükümlerde kullanılır. Yazılı sözlerde daha çok ""elbet"" şeklinde geçer."
ELBETTE : Ottoman Turkish
kesinlikle
ELBÜRZ : Ottoman Turkish
f. Kafkas sıradağlarının en yükseği. * Hakkında türlü türlü hurafeler ve masallar anlatılan Kaf Dağı. * Uzun boylu ve yakışıklı kimse
ELCEVAB : Ottoman Turkish
cevabı şu
ELCEZİRE : Ottoman Turkish
Mezopotamya. Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan yerin adı. Bugün Irak'ın toprakları arasındadır
ELCİME : Ottoman Turkish
(Licâm. C.) Hayvanların ağızlarına takılan gemler
ELEDD : Ottoman Turkish
Sert çarpışan kimse. Metin. * Hakkı kabul etmeyen, inatçı adam
ELEKTRİK-İ MUDİ : Ottoman Turkish
(Elektrik-i muzi) Parlak ışık veren, parlayan lâmba
ELEKTROLİZ : Ottoman Turkish
Fiz: Birleşik bir cismi elektrik vasıtasıyla elemanlarına ayırma işi
ELEKTRON : Ottoman Turkish
yun. Atomda negatif yüklü zerrecik. (Bak: Delil-i inayet)
ELEM : Ottoman Turkish
"Ağrı. Acı. Keder. Sancı. Dert. Gam. Kaygı.(Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar. Bir meded bir yardım için müsterhimane tabiata ve anâsıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki: vicdanı binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni' ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?.. İ.İ.)"
ELEM : Ottoman Turkish
acı
ELEM-İ DEMBEDEM : Ottoman Turkish
Vakit vakit gelen elem. Ara sıra gelen acı
ELEM-İ YE'S : Ottoman Turkish
Ümidsizlik elemi, yeisten gelen sıkıntı
ELEM-NAK : Ottoman Turkish
Elem verici
ELEM-NÜMUD : Ottoman Turkish
Elem gösteren, elemli
ELEM-ZEDE : Ottoman Turkish
f. Acılı. Kederli. Dertli
ELEMAN : Ottoman Turkish
(Lât: Element) Unsur. Bileşik bir şeyi meydana getiren basit şeylerden biri. Bir bütünün parçaları
ELEMAN : Ottoman Turkish
ir bütünün parçaları
ELEMKÂRÂNE : Ottoman Turkish
acılı bir biçimde
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani