Multilingual Turkish Dictionary

Ottoman Turkish

Ottoman Turkish
HAFÎ : Ottoman Turkish

gizli, saklı

HAFÎD : Ottoman Turkish

Evlâd. Oğul. Torun

HAFÎD : Ottoman Turkish

torun, oğul

HAFÎDE : Ottoman Turkish

Kız torun

HAFÎF : Ottoman Turkish

Kuş uçarken, at koşarken veya rüzgâr eserken meydana gelen hışırtı, hışlama

HAFÎR : Ottoman Turkish

Kazılmış yer. Çukur. Mezar

HAFÎZ : Ottoman Turkish

her şeyi koruyan ve saklayan Allah

HAFÎZ : Ottoman Turkish

koruyan

HAFÎZİYET : Ottoman Turkish

hafîzlik, koruyuculuk

HAFÎZİYYET : Ottoman Turkish

"Muhafaza edicilik, koruyup esirgeyicilik. * Cenâb-ı Hakk'ın, bütün tohum ve çekideklerde olduğu gibi, bir mahlûkun başına gelecek vaziyetleri ve başından geçenleri muhafaza edici sıfatı. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza ediciliği.(İsm-i Hafız'in tecelli-i etemmine işaret eden: âyetidir. Kur'an-ı Hakîm'in bu hakikatına delil istersen: Kitab-ı Mübin'in mistarı üstünde yazılan şu kâinat kitabının sahifelerine baksan, ism-i Hafîz'in cilve-i azamını ve bu âyet-i kerimenin bir hakikat-ı kübrasının naziresini çok cihetlerle görebilirsin. Ezcümle: Ağaç, çiçek ve otların muhtelif tohumlarından bir kabza al. O muhtelif ve birbirine muhalif tohumların cinsleri birbirinden ayrı, nevileri birbirinden başka olan çiçek ve ağaç ve otların sandukçaları hükmünde olan o kabzayı karanlıkta ve karanlık ve basit ve câmid bir toprak içinde defnet, serp. Sonra mizansız ve eşyayı farketmeyen ve nereye yüzünü çevirsen oraya giden basit su ile sula. Sonra senevî haşrin meydanı olan bahar mevsiminde gel, bak! İsrâfil-vâri melek-i ra'd; baharda, nefh-i Sur nev'inden yağmura bağırması, yer altında defnedilen çekirdeklere nefh-i ruhla müjdelemesi zamanına dikkat et ki, o nihayet derece karışık ve karışmış ve birbirine benziyen o tohumcuklar, ism-i Hafîz'in tecellisi altında kemal-i imtisal ile hatasız olarak Fâtır-ı Hakîm'den gelen evamir-i tekviniyeyi imtisal ediyorlar. Ve öyle tevfik-i hareket ediyorlar ki: Onların o hareketlerinde bir şuur, bir basiret, bir kasd, bir irade, bir ilim, bir kemal, bir hikmet parladığı görünüyor. Çünki görüyorsun ki: O birbirine benzeyen tohumcuklar, birbirinden temayüz ediyor, ayrılıyor. Meselâ bu tohumcuk, bir incir ağacı oldu. Fâtır-ı Hakimin nimetlerini başlarımız üstünde neşre başladı. Serpiyor, dallarının elleri ile bizlere uzatıyor. İşte bu, ona sureten benziyen bu iki tohumcuk ise, gün âşıkı namındaki çiçek ile, hercâi menekşe gibi çiçekleri verdi. Bizler için süslendi. Yüzümüze gülüyorlar; kendilerini bizlere sevdiriyorlar. Daha buradaki bir kısım tohumcuklar, bu güzel meyveleri verdi. Ve sünbül ve ağaç oldular. Güzel tad ve koku ve şekilleri ile iştihamızı açıp, kendi nefislerine bizim nefislerimizi davet ediyorlar. Ve kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Tâ nebatî hayat mertebesinden, hayvanî hayat mertebesine terakki etsinler. Ve hâkeza... kıyas et. Öyle bir surette o tohumcuklar inkişaf ettiler ki, o tek kabza, muhtelif ağaçlarla ve mütenevvi çiçeklerle dolu bir bahçe hükmüne geçti. İçinde hiçbir galat, kusur yok. sırrını gösterir. Herbir tohum, ismi-i Hafîz'in cilvesiyle ve ihsaniyle ona pederinin ve aslının malından verdiği irsiyeti; iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor. İşte bu hadsiz harika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyamet ve haşirde, hafîziyyetin tecelli-i ekberini göstereceğine kat'i bir işarettir. Evet bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyyet cilvesi bir hüccet-i katıadır ki; ebedi te'siri ve azim ehemmiyeti bulunan emanet-i kübra hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef'al ve âsâr ve akvâlleri ve hasenat ve seyyiatları, kemal-i dikkatle muhafaza edilir ve muhasebesi görülecek. Âyâ bu insan zanneder mi ki, başıboş kalacak. Hâşâ!... Belki insan, ebede meb'ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek. İşte hafîziyyetin cilve-i kübrasına ve mezkûr âyetin hakikatına şâhidler had ve hesaba gelmez. Bu mes'eledeki gösterdiğimiz şahid; denizden bir katre, dağdan bir zerredir. L.)"

HAFÎZÂNE : Ottoman Turkish

hafîzce

HAFIK : Ottoman Turkish

Ufkun nihayeti. Şark veya garb tarafı. * Vuran, çarpan, çırpınan

HAFIKAN : Ottoman Turkish

(Hâfıkeyn) Mağrib ile maşrık. Şark ile garb. Doğu ile batı

HAFŞ : Ottoman Turkish

"Tıb: ""Tavuk karası"" adı verilen bir göz hastalığı."

HAH : Ottoman Turkish

"f. (Hasten
""İstemek"" mastarından yapılmıştır.) Kelimenin sonuna getirilerek isteyen, ister mânasında terkib yapılır. Meselâ: Bed-hah
Kötülük isteyen."

HAH NA-HAH : Ottoman Turkish

f. İster istemez

HAHAM : Ottoman Turkish

Mûsevilerin dinî reisi, râhibi, âlimi

HAHAMBAŞI : Ottoman Turkish

Musevîlerin dinî lideri

HAHAN : Ottoman Turkish

f. İstekli, arzulu, tâlib

HAHEM : Ottoman Turkish

"(Hâsten) mastarından, ""İsterim"" mânasına fiildir."

HAHER : Ottoman Turkish

f. Kızkardeş. Hemşire

HAHER-ZADE : Ottoman Turkish

f. Hemşirezade, kızkardeş çocuğu. Yeğen

HAHERÎ : Ottoman Turkish

f. Hemşirelik, kızkardeşlik

HAİB : Ottoman Turkish

(Heybet. den) Kokan, Utanan. Utangaç

HAİBEN : Ottoman Turkish

Muvaffakiyetsiz olarak. Mahrum olarak