Multilingual Turkish Dictionary

Ottoman Turkish

Ottoman Turkish
HALİYE : Ottoman Turkish

(C.: Havâlî) Kendini süsleyen kadın

HALİYEN : Ottoman Turkish

(Hâli. den) Boş olarak, boş olduğu hâlde

HALİYYAT : Ottoman Turkish

(Haliye C.) Bekâr kadınlar, evlenmemiş kızlar

HALİYYE : Ottoman Turkish

Bağından boşanmış deve. * Yabancı bir yavru emziren deve. * Büyük gemi. * Arı kovanı. * Ahlâktan kinâyedir. * (C.: Haliyyât) Bekâr kadın, evlenmemiş kız

HALİÇ : Ottoman Turkish

(Bak: Halîc)

HALİÇE : Ottoman Turkish

Küçük halı. Kilim. Seccâde. (Kaliçe de yazılır.)

HALİÇE : Ottoman Turkish

küçük halı

HALK : Ottoman Turkish

İnsan topluluğu. İnsanlar. * Yaratmak. İcad. Örneği ve benzeri olmayan bir şeyi yaratmak, ibdâ' eylemek. * Bir şeyi yumuşatıp düzleştirmek. (Bak: İnşa, İbda')(Sivrisineğin gözünü halkeden, güneşi dahi O halketmiştir. M.)(Kâinatı elinde tutamayan, zerreyi halkedemez. M.)(Hem semâvat ve arzı halkeden, semâvat ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve memâtından âciz kalır mı? S.)

HALK : Ottoman Turkish

insan topluluğu

HALK-I CEDİD : Ottoman Turkish

Ba'sü bade-l mevt, yeniden yaratılış. Yeniden yeniye tekrâren yaratılma. Ana karnındaki çocuğun, insan suretine inkılâb ettiği devre

HALK-I DÜ CİHAN : Ottoman Turkish

İki cihanın halkı. * Ölülerle diriler

HALK-I EF'ÂL : Ottoman Turkish

"Mu'tezile fırkasının bir tabiridir. Hayvan ve insanların, kendi fiillerinin hakiki müessiri olduğunu iddia etmelerine verilen isimdir. (Bu iddiâlarını Ehl-i Sünnet ulemâsı müsbet delillerle reddetmiştir.)(Ehl-i dalâlet ve bid'at fırkalarından bir kısım zatlar, ümmet nazarında makbul oluyorlar. Aynen onlar gibi zatlar var; zâhiri hiçbir fark yokken, ümmet reddediyor. Bunda hayret ediyordum. Meselâ: Mu'tezile mezhebinde Zemahşerî gibi, İ'tizalde en müteassıb bir ferd olduğu halde, muhakkıkîn-i Ehl-i Sünnet, onun o şedit itirâzâtına karşı; onu tekfir ve tadlil etmiyorlar, belki bir rah-ı necat onun için arıyorlar. Zemahşerî'nin derece-i şiddetinden çok aşağı Ebu Ali Cübbaî gibi Mu'tezile imamlarını, merdut ve matrud sayıyorlar. Çok zaman bu sır benim merakıma dokunuyordu. Sonra lütf-u İlâhî ile anladım ki: Zemahşeri'nin Ehl-i Sünnet'e itirâzâtı, hak zannettiği mesleğindeki muhabbet-i haktan ileri geliyordu. Yâni, meselâ: Tenzih-i hakiki; onun nazarında, hayvanlar kendi ef'âline hâlik olmasiyle oluyor. Onun için, Cenab-ı Hakk'ı tenzih muhabbetinden, Ehl-i Sünnet'in halk-ı ef'âl mes'elesinde düsturunu kabul etmiyor. Merdut olan sâir Mu'tezile imamları muhabbet-i haktan ziyade, Ehl-i Sünnet'in yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden ve geniş kavânin-i Ehl-i Sünnet, onların dar fikirlerine yerleşemediğinden, inkâr ettiklerinden merdutturlar. M.)"

HALK-I EZDAD : Ottoman Turkish

Birbirine zıd halleri bir şeyde yaratmak. Meselâ: Bir zerrede hem def edici hem de cezb edici (çekici) kuvvetin bulunmasını yaratmak

HALK-I ŞER : Ottoman Turkish

"Şerrin yaradılışı.(İşte Mu'tezile bu sırrı anlamadıkları için ""Halk-ı şer şerdir ve çirkinin icadı çirkindir."" diye Cenab-ı Hakk'ı takdis için şerrin icadını ona vermemişler, dalâlete düşmüşler. M.)"

HALKA : Ottoman Turkish

Ortası boş yuvarlak şekil. * Dâire şeklinde olan şey

HALKA : Ottoman Turkish

daire, çember

HALKA-İ DÜRR : Ottoman Turkish

İnci dizisi

HALKA-İ ZİKİR : Ottoman Turkish

Tasavvufta, zikir esnasında daire şeklinde oturmak

HALKA-İ ÂB-GÛN : Ottoman Turkish

Gökyüzü, semâ

HALKABEGUŞ : Ottoman Turkish

f. Kulağı küpeli, kulağı halkalı. * Mc: Köle, esir

HALKABEND : Ottoman Turkish

f. Toplanıp yuvarlak meydana gelecek şekilde oturma

HALKAN : Ottoman Turkish

Yaradılışça, hilkatça

HALKAVÎ : Ottoman Turkish

Halka şeklinde

HALKAZEN : Ottoman Turkish

f. Kapı çalan, kapı halkasını vuran

HALKIŞER : Ottoman Turkish

kötüyü yaratma