Multilingual Turkish Dictionary

Ottoman Turkish

Ottoman Turkish
HAŞİYYE : Ottoman Turkish

(C.: Haşâyâ) İçi dolmuş döşek. * Nihalî adı verilen sofra altı

HAŞİÎN : Ottoman Turkish

Huşu' içinde olanlar

HAŞİŞ : Ottoman Turkish

"Esrar adı verilen ""Hint keneviri""nin yaprağı. * Kuru ot."

HAŞİŞE : Ottoman Turkish

Ot

HAŞL : Ottoman Turkish

Herşeyin âdisi, bayağısı

HAŞM : Ottoman Turkish

İncitmek. * Gadaplandırmak, hiddetlendirmek

HAŞMET : Ottoman Turkish

"(Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, ""haşem"" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme. * Hiddet, kızgınlık. * Alçak gönüllülük."

HAŞMET : Ottoman Turkish

üyüklük, ihtişam, görkem

HAŞMETKÂRÂNE : Ottoman Turkish

haşmetlice

HAŞMETLİ : Ottoman Turkish

(Haşmetlü) Tar: Haşmet sâhibi mânâsına gelir ve ecnebi hükümdarlarına verilen bir ünvandır

HAŞMETMEAB : Ottoman Turkish

Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı

HAŞMETNÜMÂ : Ottoman Turkish

haşmet gösteren

HAŞNA' : Ottoman Turkish

Saliha kadın

HAŞR : Ottoman Turkish

"(Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet. * Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekirdeğinden diriltilerek bütün insanların Haşir Meydanında toplanmaları. (Bak: Acb-üz Zeneb)(Surenin başında, küffar, Haşri inkâr ettiklerinden Kur'ân onları Haşrin kabulüne mecbur etmek için şöylece bast-ı mukaddemât eder; der: ""Ayâ, üstünüzdeki semâya bakmıyor musunuz ki: Biz ne keyfiyyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir surette bina etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki; nasıl yıldızlarla, Ay ve Güneş ile tezyin etmişiz, hiç bir kusur ve noksaniyet bırakmamışız. Hem görmüyor musunuz ki; zemini size ne keyfiyyette sermişiz, ne kadar hikmetle tefriş etmişiz. O yerde dağları tesbit etmişiz, denizin istilâsından muhafaza etmişiz. Hem görmüyor musunuz o yerde ne kadar güzel, rengâ-renk her bir cinsten çift hadrevâtı, nebâtâtı halkettik. Yerin her tarafını o güzellerle güzelleştirdik. Hem görmüyor musunuz, ne keyfiyyette sema cânibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz. O su ile bağ ve bostanları, hububatı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halkedip ibâdıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum. Hem görmüyor musunuz, o su ile, ölmüş memleketi ihya ediyorum. Binler dünyevî haşirleri icad ediyorum. Nasıl bu nebâtatı, kudretimle bu ölmüş memleketten çıkarıyorum; sizin haşirdeki hurucunuz da böyledir. Kıyamette arz ölüp, siz sağ olarak çıkacaksınız."" İşte şu âyetin isbat-ı haşirde gösterdiği cezalet-i beyaniye-ki, binden birisine ancak işaret edebildik
nerede, insanların bir dâva için serdettikleri kelimat nerede? S.) (Bak: Hudus)"

HAŞR : Ottoman Turkish

ölümden sonra dirilip toplanma

HAŞR SURESİ : Ottoman Turkish

Kur'an-ı Kerim'in
suresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur

HAŞR U NEŞR : Ottoman Turkish

Toplanıp dağılmak, yayılmak

HAŞR-İ A'ZAM : Ottoman Turkish

Kıyamet koptuktan sonraki en büyük haşir, içtimâ

HAŞR-İ CİSMANÎ : Ottoman Turkish

"Cisimle, cesedle dirilme. Bedenlerin ve vücudların haşri. (Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismaniyetin ebediyetle ve cennetle ne alâkası var? Madem, ruhun âli lezaizi vardır; ona kâfidir. Lezaiz-i cismaniyye için bir haşr-ı cismanî neden icabediyor?Elcevab: Çünki: Nasıl, toprak; suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır... fakat, masnuat-ı İlâhiyyenin bütün envaına menşe' ve medar olduğundan bütün anâsır-ı sairenin mânen fevkine çıktığı gibi.. hem kesafetli olan nefs-i insaniyye: sırr-ı câmiiyyet itibariyle, tezekki etmek şartiyle bütün letâif-i insaniyyenin fevkine çıktığı gibi.. öyle de, cismaniyyet en câmi', en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı Esmâ-i İlâhiyyedir. Bütün hazâin-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismaniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâika, rızk zevkinde envâ-i mat'umat adedince mizanlara menşe' olmasaydı; herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem, ekser Esmâ-i İlâhiyyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismaniyettedir. Hem, gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidatlar, yine cismaniyettedir. Madem şu kainatın Sânii, şu kâinatta bütün hazâin-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı esmâsını bildirmek ve bütün enva-ı ihsânatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyyetinden, Onbirinci Söz'de isbat edildiği gibi kat'i anlaşılıyor. Elbette şu seyl-i kâinatın bir havz-ı ekberi ve bu kâinat tezgâhının işlediği mahsulâtın bir meşher-ı a'zamı ve şu mezraa-i dünyanın bir mahzen-i ebedisi olan dar-ı saadet, şu kâinata bir derece benziyecektir. Hem cismanî, hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecektir. Ve O Sâni-i Hakîm ve o Âdil-i Rahim; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükâfat olarak ve ibadat-ı mahsusalarına sevab olarak, onlara lâyık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adalet ve rahmetine zıt bir hâlet olur ki, hiç bir cihetle Onun cemal-i rahmetine ve kemal-i adaletine uygun değildir; kabil-i tevfik olamaz. S.)"

HAŞR-İ EMVÂT : Ottoman Turkish

Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları

HAŞRECE : Ottoman Turkish

Ölüm anında can çekişmekte olan bir kimsenin çıkardığı hırıltı

HAŞREM : Ottoman Turkish

Kireç taşı. * Alçak dağ. * Arı

HAŞRUNEŞR : Ottoman Turkish

dirilip toplanma ve yayılma

HAŞRÎ : Ottoman Turkish

Haşre âit. Öldükten sonraki dirilişe ve toplanmaya dair

HAŞUR : Ottoman Turkish

Her malın değerini bilip aldanmayan tâcir